Yıl: 2025 |
|
| beg to God* | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Odette Jouvenel Kehanet Profesörü
Tarafı : kehanetler onu nereye götürürse orada.
| Konu: beg to God* Çarş. Ocak 20, 2010 6:07 pm | |
| Söküp atmak ister kimi zaman insan ruhunu bedeninden. Ayırmak, başka bedenlerde hayat bulmak. Düşünmek ister insan, yanlız kalıp her şeyi boylu boyunca düşünmek. Son bir kez daha yalvarmak ister Tanrı'ya, inanmadığını bilerek, yalvarmasının fayda etmeyeceğini düşünerek. Sevmek ister son bir defa, canının yanmayacağını düşleyip en sonunda kırık kalbiyle yalnızlığa terk edileceğinin farkına geç vararak. Hep hatalar yapar insan, farklı bir dünyaya gönderilmiş, özel yetenekler bahşedilmiş olmasına rağmen. Hep geçmişinden izler taşır yüzünde, bakışlarında, düşüncelerinde en önemlisi ruhunda. Bedenden ruh ayrılmaz hiçbir zaman, düşünceler kopamaz zihinden, eski geleneklerin yerini tutamaz bugünkü son moda şeyler, asla geçmişe dönülemez bugünde yaşarken...
Tahtaları yıpranmış, camları çatlamış, rüzgarı önlemesi adına yapıştırılmış silikonları erimiş bir pencerenin yanında duruyordu. Elleri göğsünde birleşmiş, duyguları beyninde kalabalık etmeye başlamış ve düşünce deryasında kendini kaybetmişti. Son zamanlarda büyücü dünyasındaki karmaşalar, geçmişindeki izler ve kendi dahi cevaplayamadığı sorular hayatındaki canlılığı cılız bir mum ışığı kadar bırakmıştı. Hayata bir perdenin, kapının veya odanın arkasında saklanarak, hep birinden kaçarak, korkarak devam etmek zorunda kalmıştı. Bilmiyordu; belki tüm büyücü dünyası peşindeydi. Lanetli dudaklarından dökülen büyücü dünyasıyla ilgili sözlerinin ardından göçebe bir hayata mecbur kılmıştı kendi kendini. Hayatta yaptıklarının, söylediklerinin karşılığını hep acı çekerek ödemek zorunda kaldığının farkına varması, son olaylarla kesinlik kazanmıştı. Gelecekten verdiği haberler - özel olarak nitelendirilen yeteneğiyle- her zaman hayat daha da zorlaşmıştı onun için. Önüne hep bir engel yığmış, mühürlü dudaklarını açmak zorunda bıraktırmıştı bu yetenek ona. Lanet okuyordu kimi zaman geçmişine. Haddi hesabı olmayan tuhaflıklar içerisinde yetişmiş kendine, karakterine, ruhuna ve zihnine. Sıradan, asil bir Fransız ailesinin elinde büyümekle yetinmemişti. Her çeşit ayine tanıklık etmiş, hatta küçük yaşlarından itibaren bizzat ayinlerin bir üyesi olmuştu. Tanrı'nın merhamet dolu yolundan uzaklaştırılmış, beyni yıkanmış ve kesinlikle benliğiyle yolları ayrılmıştı. Hiç bir zaman eskisi gibi olamayacağını bilerek, yepyeni bir yaşama merhaba demişti sekizinden sonra. Tanrı'nın yolundan uzaklaştığı her bir gün, başına gelenler felaketten başka bir şey olmaz olmuştu.
Uzun yıllardır kilisenin önünden geçmemek adına ailesinin büyüklere verdiği sözü tutuyordu, Odette. Ne ayakları varıyordu kiliseye, ne de vicdanı elveriyordur onca lanetlenmenin ardından günahlarından arınmak için kilisiye adım atmaya. Yılın her günü, günde yirmi günahını çıkartacak olsa yine de biliyordu cennette bir yere sahip olamayacağını. İçten içe arzuladığı cennette bulunamayacağını... Tanrı'ya ihanet etmek, ne İncil'in kabul ettiği ne de insanlığın normal karşılayabileceği bir şeydi. Belki de eski yaşantısında da hep kaçmasının sebebi buydu. İnsanlardan, Tanrı'ya yakın her şeyden uzak durması adına ant içtirilmesiydi nedeni. Ama artık ne küçük bir çocuktu, ne de kendi yolunda ilerleyebilecek güçlü biri. Zavallıydı, acınasıydı. Yürekten eser bile kalmamıştı belki de, ruhunun artık bir anlamı kalmamıştı.
Şimdi adımları nereye gidiyordu? Yıllardır yüreğinin sesini bir kenara bırakıp gitmemek için kendini zorladığı yere mi? Tanrı'ya yalvarıp özür mü dileyecekti yaptıkları için? Affedilmeyeceğini bilerek hatalarını bir tokat gibi kendi yüzüne mi vuracaktı hiçbir anlam ifade etmediğini bilerek. Tanrı'nın yolundan ayrılarak ilerlediği karanlık, engellerle dolu lanetli yolda ilerlemek istemiyor muydu artık? Sorular zihnini bulandırıyordu, ama pencerenin önünden ayrılmış, terkedilmiş sığınak olan barakasından çıkmış, ilerlenken ne yapıyordu? Geçmişiyle boğuşmaktan usanmış halde yeni bir yola tohumlar ekiyordu. Merhamet, bağışlanmak için yalvarma tohumları. Yeşermeyeceğini, yağmurun bereketinin üstüne düşmeyeceğini bilerek atıyordu tohumları. Ta ki kilisenin önüne gelene kadar. Arkasına baktı geçmişine bakıyorcasına. Kahverenginin en açık tonlarındaki gözlerini bir kaç saniyeliğine gökyüzüne yöneltti. Gözlerini yumdu ve yıllardır yapmadığı bir şeyi yaptı. Dudaklarından dökülen kelimelerdeki korku, kelimeleri bölük bölük söylemesine sebebiyet verse de konuşuyordu. Bir zavallının haykırışları yankılanıyordu kilisenin önünde. Görünürde ne bir ses vardı, ne de ona acıyacak bir kimse. Yalnızdı günahlarıyla ve O'nunla. İçinden geçen her şeyi söylüyordu açıkça. Gözünden damlayan yaşlar ise dinmeyecekmişçesine hızlanıyordu her bir af dileyişte. Milyonlarca kez bağışlanmak istediğini söylüyordu Odette. Bir süre sonra diz kapakları bedenini taşıyamaz oldu, yavaşça düştü acımasız hayatın kollarına. Bir kelime daha çıktı iki dudağının arasından ve yavaşça yumuldu gözleri, karanlık çöktü günahlarla dolu yaşamına. " Bağışla." | |
| | | Kenny Broderick Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü
| Konu: Geri: beg to God* Çarş. Ocak 20, 2010 9:02 pm | |
| Varoluş nedir? Gerçekleştirilen davranışlar sonrasında tutunacak bir temel bulma isteğinin bireyleri ömür boyu korkutması mıdır? Yoksa özgürlüğe açılan bir kapı mı? Her ne olursa olsun, genç adam düşüncelerini bunları çürütmeye doğru yönlendiriyor, sessizlik içinde boğuluyordu. Gözleri ruhuna veda edercesine kapanmıştı, dudakları da anlamsız bir neşe ile kıvrılmıştı. Karamsar düşünceler içinde yüzerken, vurgun yemiş gibi açtı gözlerini; derin bir nefes aldı ve rüyasından uyandı. Bir mırıltıdan bile yoksun olacak kadar sessizce hazırlandı ve mutfağa yöneldi. Kurutulmuş etten bir eli doldurabilecek kadar büyük bir parça aldıktan sonra yine odasına yöneldi, sesiyle harekete geçen etçil bitkisine eti fırlattı. Sabah rutinini tamamlayan genç adam yeniden ellerini yıkadıktan sonra evden çıktı, St. Aint Kilisesi rahibi Finlay'e faresini teslim etmeye gidecekti.
Adımlarını hızlandıran genç adam, omzunda rahat olmayan ve sahibinin gergin tavrını üzerine almış fareyi gömleğinin cebine yerleştirdi. Finlay ona faresini vermişti, çünkü optimist tavırlarının altında gizlenen aşırı panik kişiliğinin içten içe fareye yansıdığının bilincinde idi. Faresinin sıklıkla kendisini ısırmaya başladığını söylemişti endişe içerisinde. Elbette bir veteriner değildi umursamaz adam, fakat Finlay'i kabul etmek istemişti. Belki hayvana acıdığından, belki de öylesine. Ardından fareyi birkaç gün rahat bir ortama alıştırmasıyla fare yine normale dönmüştü. Önemsiz detaylardan biriydi bu da, fakat son günlerdeki rutini bozduğu için rahibin isteğini zevkle yerine getirmişti. Rahiple ya sokakta, ya da Bophilera Restorant'ta karşılaşıyordu. Finlay; gergin ve paranoyak denebilecek kadar panik bir insandı, insan ilişkilerinde kötü ve muhabbetini birkaç sohbet ile selamlaşmadan öteye götüremeyecek kadar asosyal. Rahibin Bophile Restorant'a gelme sebebinin fahişeler, veya eşcinselliğini gizlice yaşayan bir birey olabileceği geçti aklından, bu yüzüne sırıtır bir gülümseme yerleştirmişti. Dikkatsizliğini üzerinden savdığında kilisenin önünde olduğunu farketti.
İşlenmiş sütunların taşıdığı geniş bir tavanı ihtiva eden Viktorya tarzı kilise ona hiçbirşey ifade etmiyordu, aradığı sadece rahip idi. Ve Finlay yine ortalıklarda yoktu, odasına çekilmiş olmalıydı. Ayak sesleri sadece bir kişiyi gördüğü kilisede yayılıyordu, bu sırada seslere bir yakarış eşlik etti. ''Bağışla.'' Hoş bir durum değildi bir kadının nasıl olsa bağışlanmayacağı birşey için salya sümük ağlaması, kadına meraklı gözlerle baktı. Merağı alaylı sözlere dönüşmeden önce, göğsünde sürekli oynayan fareyi serbest bıraktı ve adımlarını kadına yönlendirdi. Sözleri kadına kendisinden önce ilişmişti, sözlerine yansıyan sadece fikirleriyldi. ''Anlamıyorum, niye merhamet dilersiniz ki? Bu kadar salya sümük ağladığınız hâlde yine cehennemde, ki öyle bir yer varsa orada yanacaksınız. Sizin gibi dayanıklı gözüken bir kadının böyle olması hoş değil, kendinizi toparlayın biraz. Lütfen. '' Ardından kadına yardımcı olmaya çalışarak her zaman vaazların dinlendiği o sandalyelere oturdular.
Dipnot: Finlay NPC. | |
| | | Odette Jouvenel Kehanet Profesörü
Tarafı : kehanetler onu nereye götürürse orada.
| Konu: Geri: beg to God* Perş. Ocak 21, 2010 10:57 am | |
| Gözlerinin üstüne inen gözkapakları öylece kapalı kaldı bir kaç dakika boyunca. Akacak yaşlar kapalı göz kapaklarının arasından sızdı usulca. Süzüldü Odette'nin bedeninde boylu boyunca. Bu kadar güçlü, kendine güvenen bir kadının nasıl bu hale gelmiş olabileceği düşünülmesi bile saçmayken, bu hale değin gelmesi kesinlikle tüm hayatında bir silbaştan yaratmak zorunda kalmasıydı. Ağlamak acizce derdi babası, hayatı boyunca göz yaşlarını saklamıştı. Ağlanması gereken bir filmde bile mühürlenmişti göz yaşları olduğu yerde. Bir damla dahi akmamıştı bugüne dek. Ama şimdi akıyordu Tanrı'nın yoluna. Çaresizce, affedilmeyecek günahları uğruna döküyordu göz yaşlarını. Çevreyi kolaçan etmek için boynunu bir kaç santim yana oynatarak bakışlarıyla etrafı süzdü. Kendisine doğru ilerleyen bir çift ayağa, ardından başını yukarı kaldırdığında kendine neredeyse acınası bir halde bakan birine rastladı. Ellerini göz yaşlarına sürükledi, ama biliyordu ki silinemezdi çehresindeki hüzün.
Beyninde yankılanan sözcükler bulandırıyordu tüm düşüncelerini. Gelen kişiyi tanımadığına emindi lakin tanımadığı birine bile bu denli aciz durumda görünmek Odette'yi derinden sarsıyordu. Göz yaşlarına bir son vermek isterscesine ayağa kalktı, başını dikleştirdi. Ayağa kalkmasıyla beraber uzun boylu, geniş omuz yapısına sahip hayli hoş adamın söyledikleri karşısında adeta donup kaldı. Haklıydı. Kendisini tanımayan bir kişi bunları söylüyorsa kendine niye tüm bunları gösteremiyordu? Zihninde defalarca tekrarlandı adamın sözleri. ''Anlamıyorum, niye merhamet dilersiniz ki? Bu kadar salya sümük ağladığınız hâlde yine cehennemde, ki öyle bir yer varsa orada yanacaksınız. Sizin gibi dayanıklı gözüken bir kadının böyle olması hoş değil, kendinizi toparlayın biraz. Lütfen. '' Her kelimeyi ayrı ayrı tartıyordu. Adımlarını bir kaç metre ileriye doğrultarak bir sandalyeye oturdu. Dudaklarından dökülecek kelimeleri seçmeye çalışıyordu. İşlediği günahları, göçebe yaşantısını bir kaç kelimede özetleyecek bir şeyler arıyordu. Gözlerini yumdu bir kez daha genç cadı. Ardından hüzün dolu bakışlarını, artık savaşmak yorulmuş yüzünü doğrulttu büyücüye. " Her güçlü insan, her sağlam bina ve en büyük hayallerimize koyduğumuz umutlarımız bir gün yıkılır. Hayal kırıklıklarımız vardır. Benim hayatım, tüm hayatım bir hayal kırıklığı. Büyücü dünyasındaki son durumdan haberiniz var mı? Mutlaka vardır. Tüm sorumlusu benim. Ağzımdan çıkan her kelime lanetli, benim bu dünyada varoluşum insanlığa ceza. Tanrı'nın yolundan sapmış, affedilmeyeceğini bilerek salya sümük ağlayan bir zavallıdan başkası değilim. Her geçen gün pis işlere bulaştım. Dediğiniz gibi, dayanıklı gözüken bir kadındım, ta ki bugüne kadar. Bir göçebeyim ben. Nereye adımını atsa kovulan, sürülen kişiyim. Kendi hayatının mahvedilmesine izin veren bir ahmaktan başkası değilim. Dediğim gibi her sağlam gözüken şey mutlaka yıkılır. Tanrı'nın - yolundan uzaklaşmış olsam da- hiç kimseyi kırılmaz yaratmadığının farkındayım. Siz de olmalısınız." İçinden geçenleri olduğu gibi aktarmıştı. Bir süre suskun kalmayı tercih etti. Adamın yüzündeki karışık ifadeyi çözmek istiyordu. Bir yandan da yorgunluktan bitap düşmüş bedenini onun bedenine yaslamak. Hiç tanımadığı birinin omzunda hayata lanet okumayı arzuluyordu. | |
| | | | beg to God* | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|