xx Kenny Broderick
xx 26.
xx SYB Profesörü.
xx
'' Kleinz Schfaurgen, hikâyesine devam ediyor. ''
28 Ağustos 1999 ~ Berlin | Özel İstibharat Binası, 120. Oda ~ Saat 01.00
'' Çabuk konuş dedim lanet olası köpek! Yoksa ensenden yukarısına bir yumruk indireceğim ve sonsuza kadar bir metrekarelik bir hücrede kalacaksın! '' Sesin sahibi, üst dudağından hafifçe aşağı sarkan koyu kahverengi bıyıkları, koyu saçları, huysuz ve tombul suratını, oradaki katili yakalamış olmanın hazzını soğuran gri gözleri ile uyumu oluşturmuş bodur istibharat şefi Michael Laursen idi. Soğuk ve gri gözlerinden taşan sinir odayı ısıtıyor, titreyen elleri her fırsatta beni tartaklamaya kalkıyordu. Çünkü son kurbanım, karısı idi. O şişman ve tatlı çocuk pembeliğin kalça etlerine yansıdığı yaban domuzu karısını yemiştim. En iyi avlarımdan biriydi diyemem, ama tadı çok güzeldi. Ağzımdaki metal maske kulaklarımdan başlıyor, burnumun hemen dibine kadar sürüyordu. Sandalyeye kelepçe ile bağlanmış bir hâldeydim. Konuşabilmem ve pipet yoluyla içecek içebilmem için metal maskenin ağzımdaki kısmı genişletilmiş ve üç küçük delik açılmıştı. Hâlâ konuşmuyordum, büyük acıyı alıp hırslanacağım, sonrasında ağzımdan çıkacak küfürlü nidaların bu açık gri bloklardan oluşmuş dehlizi yankıya boğacağı anı bekliyordum. Şişman bir atın zorlanarak şaha kalkışı biçiminde yumruğunun hedefini burnuma doğru götüren Laursen'in bileğini biri sıkıca kavradı. Bu, Laursen'den çok daha fena birine benziyordu, sadece sinirlendiğinde oraya çıkan kıvrımları yoktu, gülüşünün altında yatan tehdit, insanı belirsizliğe sürüklüyordu. Odadaki gri göz renginde olanlar çiftine üçüncü olarak katılmış, gülüşü altında dehşet yatan adamın göğsüne yakın bir yerde, küçük bir biçimde ismi yazıyordu. '' Furdreim Bimmler. '' Bir SS generalinin kana aç bir köpeğin hırıltısıyla çıkardığı sese benzer fısıldamaları, az sonra olacakların habercisi idi. Beyaz teninden biraz daha beyaz olan dişlerini gösterdiği gülümsemesi, hemen ardından Bimmler'in vücudunu bana yaklaştırmıştı. Sıkılmış bileğinin bütünleştiği kemik yığını elleri, büyük bir hızla burnuma gelen yumrukla son bulmuştu. Kırılmış olduğunu tahmin edebileceğim burnumdan süzülen kanlar metal maskeme bulaşıyor, üç küçük delikten içeriye süzülüyordu. Dudaklarıma ulaşan kan beni o anlık bir hazzın eşiğine sürüklüyor, gözlerimi kısıyordu. Biten hazzın ardından burnumdaki o şiddetli kırılmanın acısını yaşamaya başladım veBimmler'in gözlerine bakarak nidalarımı odada dolaştırmaya başladım. '' Seni o..... çocuğu, kafamdaki metal maskeyi ve ellerimdeki kelepçeyi çıkarıp aynı yumruğu atsana. Koca istibharatçı bu kadar mı korkak? O korkak kıçını Nürnberg'teki dönmelere parçalattırmak isterdim.'' Hemen ardından dehşetin davetkârlığını takındığı gözleri hırsla bürünmüş, Laursen'i zar zor odadan çıkarttıktan sonra bana bakıp üstümdeki bütün engelleri kaldırmıştı. Her halükârda beni yenebileceğini sanan bu zavallı, odanın bir köşesinde salınmayı bekleyen bir doberman köpeği gibi dururken, gri gözlerimi bütün soğukluğuyla ona işliyordum. O ise kırılmaz camın arkasındaki ekibine kamerayı kapattırıyor, üstündeki bütün silahları aldırmak üzere odaya çağırıyordu. Yanlış yapıyordu, hem de çok yanlış. Çevresindekilere beni bu biçimde de yenebileceğini kanıtlamaya çalışırken büyük ihtimalle bir uzvunu kaybedecek, ya da ağır bir yaralanma safhası yaşayacaktı. Bütün herşeyi hallettikten sonra sevinç çığlıkları atan bir delinin nidalarıyla bana koşmaya başladı, Ben ise hâlâ köşemde beklemekteydim. Nidalardan açılan ağzıyla aynı gerginlikte olan elleri, elli santim uzağımda bana doğru gelecek ikincil bir yumruğun saniyelik planlarını yapıyordu. Hemen ardından sağ elimin işaret parmağı ile orta parmağını birleştirerek sert bir hâle getirdim ve ağzı açılmış köpeğin boğazının derinliklerine soktum. Gözleri kanlanırken ona bir tekme daha atmıştım, elim hâlâ boğazının içindeydi. Yere doğru çökerttiğim üst düzey istibharat görevlisi boğazının içindeki elden dolayı kusmaya çalışıyor, ama dikey durduğundan bunu başaramıyordu. Onu havaya kaldırdım ve elimi iğrenç, kaslarını sigaranın boyadığı boğazından çektim. Oturduğum masaya dayayarak boynunu açtım ve dişlerimi bütün hiddetle o et parçasına geçirdim. Dişlerimin arasından dilime doğru reverans yapan sıvı ve beyaz teninin ardında saklanıp tazeliğini hâlâ bozulmamış olmasının insanı şaşırtmış olduğu eti, beni mest ediyordu. Ben adamın boynunu parçalamaya devam ederken, kapıyı büyük bir hızla yedi kişi açtı, Laursen'in eli boynumu sıkıca kavramadan hemen önce ısırdığım etin ardında kalan, rengi tereyağı ile beyaz arasında gidip gelen sinir demetine tırnaklarımı geçirdim. O andaki feryadı ve çığlığı o yedi kişiyi birden korkutan zavallı, bir daha asla boynunu oynatamayacak ve sol kolunu kullanamayacaktı.
28 Ağustos 1999 ~ Berlin | Özel İstibharat Binası, 119. Oda ~ Saat 03.28
'' Lanet olası lağım faresi, ne yaptın Yüzbaşı Bimmler'e! Söyle dedim şerefsiz, söyle! '' Hiç bir faydası yoktu. Ne söylemeliydim ki? Onu kızdıracak birşey mi? Büyük ihtimalle. Çünkü bulldog cinsi bir köpekten hallice olan Laursen, bana karşı giderek hararetlenmeye ve öfkelenmeye başlamıştı. Soğuk, gri gözlerine çökmüş alev onu cüce bir şeytan şeklinde fantastik bir öge yapıyordu. Sövüyor, sayıyordu. Laflarına bulaşan öfkenin sebebinin Bimmler ile alâkası yoktu, çok iyi biliyordum. Öldürdüğüm karısından dolayı kızıyordu hâlâ. Haksızdı. Bütün gün televizyon başında oturup, kendine uygun yemekler yapıp bunları eşiyle tükettikten sonra yatağa geçen bu dişi domuz yaşamayı hak etmiyordu. Ve benim ormanımda hayvanların yaşayıp yaşayamayacağına karar veren aslan bendim. Ne yazık ki, kararım olumsuz olmuştu.
Bir diğer gri dehlizde bulunan nacizâne bedenim, bu sefer sandalyeye çok daha sıkı bağlanmıştı. Suratımdaki maske tekrar yerini bulmuş, arka taraftaki vidaları daha sıkı sıkılmıştı. Öfkesini yitiren Laursen, adeta şarj olan bir pil gibi öfke biriktirmeye çalışıyor, sakin gibi gözükebilmek için sabit bir noktada duruyor ve kollarını kavuşturuyordu. Ona yardımcı olabilmem gerekti, kesinlikle. Çünkü ne kadar öfkelenirse o kadar komik görünüyordu. Ve gülmek istiyordum doya doya bu cüceye. Sanki nefes almamın bir ödül olduğunu bana defalarca ihtar edercesine maskemde açılan üç delikten sesim bu dehlizde gezinmeye başladı.'' Ah Laursen, sen de biliyorsun ki sizin gibi adamların benim gibi kişilere, hatta bana bu tür cesaret gösterilerinde bulunması hiç hoş değildir. Arkadaki camdan onu izleyen, ve ona hayranlıkla bakan alt rütbeli birkaç kişiye bunun sonuçlarını göstermek istedim. Bunun neresi suç? '' Son cümlemde alaycı bir titreşime kavuşan sesim, Laursen'i hemen öfkelendirecekti. Evet, bunu çok iyi biliyordum. Sesim sonrası şekillenen vücudu(!), biraz daha dikleşmişti. Kolları açılmış, bana doğru yürümeye başlamıştı. Yüzündeki o kısa süreli mazmut ifade yerini tam istediğim gibi öfkeye bırakmıştı. Öfkesiyle belirginleşen yüz hatları, onu iyice komikleştiriyordu. Gülümsedim. Hatta güldüm, kahkahalarla güldüm. Ben hâlâ şiddetli bir biçimde gülmeye devam ederken, bütün öfkesini benim üzerime savuracak Laursen sandalyeyi duvara doğru itledi ve kalçasının çevresinden tarak kemiklerine kadar uzanan bütün kaslarını çalıştırmak zorunda kalarak kırk numara ayaklarıyla-botlarından okumuştum- midemin biraz altına sertçe vurdu. Kahkahalarım kısa süre ile kesilmiş, acıdan adeta sado-mazoşist bir fahişe gibi zevk alıp gözlerimi kısmıştım. Benim cezam ölmek veya bir hücrede sonsuza kadar tutulmak değildi, onların öldürdüğümü düşündüğü insan sayısına karşılık çekeceğim acı idi. Acı hâlâ sürüyordu, ama gözlerimi açmıştım. Ve acıdan aldığım hazzı sesime karıştırmak istercesine Laursen'e baktım ve yeniden konuştum. '' İyi vuruyorsun döneğin evladı, bunu kabul edebilirim. '' Bunu söyledikten sonra yine güldüm, ama kahkahasızdı bu saf gülüş. O ise bana vurduğu zaman aldığı sadist ve öfkeli zevk ile yumruğunu iyice sıktı, parmak kemiklerini biraz belirginleştirmeye çalıştı tombul etinin ardından. Titriyordu, öfkenin gücüyle titriyordu. Ben ise duvar dediğim gri ve metal plakalı yere dayandırılmış, plakaların acı veren pürüzlülüğünü ve soğuğunu yaşıyordum. Gözlerim gülüşün parıltısıyla ona bakışlarını yineliyor, Laursen ise elini kaldırarak hızla bana yöneltiyordu, suratıma. Ben ise donuk gözlerimle kendimce zamanı yavaşlatıyor, ne yapacağıma saliseler içinde karar vermeye çalışıyordum. Hemen boynumu oynatabildiğimi hatırladım ve boynumu şiddetle sola yatırarak maskemin üstünden suratımın yan tarafını hafifçe okşamış bulunan yumruktan kaçtım. Yana yatmanın etkisiyle, bedenim sandalye ile birlikte düştü yere. Ama sandalyemin yere çapma sesini bir ses örtmüştü. Kırılma. Laursen'in eli o hızla çaptığı metal ve pürüzlü plakanın kuvveti geri tepmesiyle fena bir biçimde kırılmış, plakadaki pürüzler de elinden boşanacak kanın yolunu bulmasına yardım etmişti. Ve acının bileklerinden beynine kadar sürüklenmesiyle uyarılan Laursen'in, acıdan gözleri dolmuştu. Çılgınca bağırıyordu acıdan, iyice kızıyordu. Ama çok komikti, '' dehşet '' vasıfı eklenebilecek kadar komikti. Ben kahkahalarla, hatta kendimi yırtarak gülmeye başlamıştım. O acıdan elini tutarak gözlerini doldurmaya devam ederken, karnımı giderek kasan gülmelerim bu odada kendine ''ses'' olarak yer ediyor, metal plakalara çarpıyor, çarpıyor ve ardından Laursen'in kulaklarından beynine doğru yolculuğunu sürdürüyordu. Yolculuk bittiğinde, dişlerini sıkan Laursen kuduz bir köpeğin haykırışlarıyla, kırılan elini hiç düşünmeden oradaki orta boylu masayı kaldırmaya çalıştı benim kahkahalarım onu çıldırtırken. Benim üstümde parçalara talaşlara ayırmak istediği tahta masayı dikey bir açıda tutacakken, daha şiddetli bir kırılma gerçekleşti. Büyük ihtimalle o et yığının içinde zorlanan elini iyice kırmış veya parçalamış olmalıydı. Sandalyeyi geriye bıraktı ve yere düştü. Düştü. Acıdan ağlıyordu, yaşlar öfkeli suratına ve büzüşmüş dudaklarına boşanıyordu. Benim karın kaslarım artık gülmekten yoruluyordu, hatta cıyordu ama ben kendimi iflas edene kadar güldürmek istiyordum. Yırtınarak gülüyordum adeta, onun bu hâlinin hayatımda gördüğüm en komik şey olduğuna yemin edebilirdim. İçeri hızla bir ekip doluştu yine. Biri beni kaldırıyor ve sabitliyor, diğerleri ise Laursen'i omuzlarından tutup götürüyordu. Bu zorlamayla elleri iki defa kırılan cüce, büyük ihtimalle kangren ameliyatı geçirecek ve sağ elini kaybedecekti.