Satine Descoteaux Sihir Bakanı Yardımcısı
| Konu: SatineD. Salı Ocak 19, 2010 6:40 pm | |
| Ad-Soyad: Satine Descoteaux. Karakter yaşı: Yirmin üç. İstenen Meslek: Sihir Bakanı Yardımcısı. Örnek Rp:
- Spoiler:
Turuncu ay karanlıkta görünmez olmuş bulutların ardından gülümsüyor, lacivert gecede parıldayan yıldızlar da ona eşlik ediyordu. Hafif esen meltem yapraklarda, otlarda, ağaç dallarında gezerken onları hışırdatıyor, tatlı bir doğa senfonisi oluşturuyordu. Gece huzur vericiydi, korkular karanlıkla bir olup tıpkı bulutlar gibi görünmez oluyordu. Sydney nereye yürüdüğünü, ne zamandır yürüdüğünü bilmiyordu. Evi terk edeli üç saat olmuştu, dışarı çıktığında güneş yeryüzüne son ışıklarıyla veda ediyordu. Yürümekten sıkılmamıştı, adımlarının ağır temposu onu rahatlatıyordu. Şimdilik nereye gideceğini tam bilmese de biraz daha yürümek istiyordu. Tanınmamak için daha önce hiç bürünmediği bir kılığa girmişti. Parlak siyah saçları beline kadar uzanıyor, gök mavisi gözlerinde bulutlar geziyordu. Küçük, hafif kalkık bir burnu ve dolgun dudakları vardı şimdi. Güldüğü zaman kıpkırmızı boyanmış dudaklarının arasından inci dişleri görünüyordu. Her zamanki gibi mükemmel olduğunu düşündü. Porselen bebeklere bile taş çıkartabilecek kadar güzel bir vücudu vardı. Uzun bacakları, ince ama kırılgan olmayan vücuduyla en harika mankenleri bile kıskandırabilirdi. Ama artık hayattan bir beklentisi yoktu, tek istediği biraz olsun dinlenmekti. Hayatı boyunca tüm dikkatleri üstüne çekmiş biri olarak artık gözlerden uzak kalmak, kendi kabuğuna çekilmek istiyordu. Bir büyücü sokağında görünüşünü değiştirirken küçük çocukların parmaklarıyla kendisini işaret etmelerini istemiyordu. Çok az kişiye bahşedilmiş olan bu yeteneğin nasıl bir avantaj olduğunun farkında bile değildi. Hayatı boyunca zaten çok az kullanmıştı bu yeteneğini, etraftakilerin çoğu onun biçim değiştirme iksiri ya da asa kullanarak görünüşünde değişiklikler yaptığını sanırdı.
Sydney yürümekten yorgun düşmüştü. Rüzgar sertleşmiş, şehir sevimli maskesini çıkarıp gerçek yüzünü göstermiş ve korkular da o maskenin ardında saklanıyormuş gibi ortaya çıkıvermişti. Gece en sisli giysilerini giyip yıldızları söndürmüştü. Hava kirliydi, Sydney'nin ciğerlerinde katılaşıp tıkanmasına neden oluyordu. Umutsuzluk, sıkıntı her yerdeydi. Depresyon kapının kilidiyle oynuyor gibiydi-depresyon muydu bu? Sydney buna eşdeğer, hatta belki de ondan daha kötü bir şey biliyordu; RUH EMİCİLER! Evet, şehri avcunun içine almışlardı. Hemen akçaağaç ve abanoz özünden asasına sarıldı; "Expecto Patronum"
*Annem, babam ve ben evimizin bahçesindeyiz. Ben annemin kucağında oturuyorum, yedi sekiz yaşlarındayım. Saçları parlak pembe -benimkinden bir ton daha koyu-, koyu yeşil gözlerimiz aynı zümrüdün parçaları gibi; aynı pırıltıyla bakıyorlar hayata. Ben de annem gibi bir Metamorfmagusum, ikizim London ve komşumuz Emilie uzaktan kıskançlıkla bizi izliyor. Kıskanılmak harika bir duygu, birilerinden üstün olmaya bayılıyorum.*
İnce asasının ucundan gümüş bir tek boynuzlu at fırladı. Gecenin karanlığını yararak ürpertici gölgelere doğru koşmaya başladı.
Ruh emicilerden nasıl, hangi anıyla kurtulduğunu tam olarak, tüm berraklığıyla hatırlıyordu. Bu anıyı çoktan beyninin derinliklerine gömdüğünü sanıyordu. Sineztezik olmanın en kötü yanlarından sadece biri; bunu asla yapamazdı. Sesler renkleri, renkler görüntüleri, görüntüler anıları taşıyordu beynine. Annesini yıllarca unutmaya çalışmıştı Sydney, ama bunu asla tam anlamıyla yapmayı başaramamıştı. Onunla ilgili tüm anıları zihninin bodrumuna kilitleyip anahtarını da duygu denizine fırlatmıştı. Şimdi Ruh Emicilerle yalnız karşılaştığı bu sokakta sessizlik, soğuk ve karanlık annesiyle son anısını hatırlatmıştı. Anıyı düşünmemeye çalıştı, ama bir tanesi ışığı görünce diğerlerini de peşine takmıştı.
“Sydney, seni çok seviyorum tatlım.” Açık eflatun halkalar… Annesinin sesinin rengini tüm berraklığıyla hatırlıyordu. Halkalar kalınlaşıp rengi koyulaştı. “Seni küçük budala, çabuk kalk oradan!” Babasının evde olmadığı günlerden biriydi. Baba… “Anneni neden üzüyorsun Sydney?” Lacivert, eşkenar üçgenler…
Sydney buna daha fazla dayanamayacaktı. Yıllar sonra ilk kez anıları tekrar kontrolünden çıkıyordu. Kafasını geriye attı ve hiçbir şey düşünmemeye çalıştı. Cüppesinin cebindeki kutuyu çıkardı, içindeki küçük sarı haplardan birini ağzına attı ve en sevdiği şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı.
“…Spoken words like moonlight You're the voice that I like…”
Sesler fısıltıya, renkler ve işaretler noktaya dönüşene dek bekledi. Müzik ve ilaçlar sayesinde zihnini, anılarını kontrol edebilmeyi sonunda başarabilmişti. Beyninin bir kısmı hala bu konuyu düşünüyordu; *Sen anneni hep sevdin Sydney, o hep senin idolün oldu. Git ve aynaya bak, onun öldüğü günkü gibi görünüyorsun. Evden kaçmaya çalıştığı günkü gibi… Annen seninle ilgilenirdi; seni azarlasa da, hırpalasa da senin farkındaydı. Kıskanılmadın sen hiç, kıskandın hep. Bir şeyleri unutanlara, unutabilenlere imrendin. Hep yalnızdın; seslerin, sözcüklerin renklerinde şeffaflaştın sen. Sonunda fark edilemez oldun, yalnız kaldın. Çoğu sineztezik gibi bir şeyler başarıp bir kahraman olamadın sen, sen bukalemunluğu seçtin. Hep yalnızdın, yalnızsın, yalnız olacaksın. Sen renklerden bir hapishanedesin; gardiyanın sinestezi, koğuş arkadaşın yalnızlık...*
| |
|