Steve D.Strong Hufflepuff VII. Sınıf
Tarafı : Karanlık. (Cookies?! Count on me, savy!) Rp Partneri : Oceané.
| Konu: Steve. Salı Ocak 19, 2010 6:07 pm | |
| Ad-Soyad: Steve Strong İstenen bina: Hufflepuff İstenen sınıf: 7 Karakter özellikleri:Derin kişiliğini sosyal yapı sebebiyle gizlediğinden asıl kişiliği hakkında bilgi sahibi olmak oldukça zorlu bir kişidir. Onun dışında yüzelsel ve çapkındır, kızları keyfiyen zaman geçirmelik objeler olarak görür. Slytherinlilerden nefret eder ve binasının holiganıdır. Zekasının farkındadır ama bunu dışa vurma gibi bir takıntısı yoktur. Eğlenceli kişiliği yüzünden oldukça tanınan biridir. Kibirin aksine kendini gerektiğinde oldukça iyi eleştirir. Alçakgönülllü olmasına karşın kendini beğenmişliği de vardır. Göl ve gökyüzüne aşıktır. Çok hızlı koşar,bunu yegane yeteneği kabul eder. Her sabah güneş ışımadan okul çevresinde koşu yapar, güneş batışını izlemek için de bir iki saatini ayırır. Meggle tabancalarına ilgisi vardır. Cesareti, adalete olan bağımlılığı ve özgürlük takıntısı onu en iyi tanımlayan şeylerdir. Muzurluk konusunda oldukça başarılı ve yaratıcıdır,bu yüzden bir sorun olduğunda parmakla gösterilen eleman olmaktan kurtulamaz.Örnek rp: - Spoiler:
Yağmur bulutları mavi gökyüzünün egemenliğini sürmekteydi o Pazar günü. Neşeli günden ve parlak güneşten eser kalmamıştı, beyaz bulutların arasından gözüken bebek mavisi gökyüzünün yerini bunaltıcı gri yağmur bulutları almıştı. Islak zemine düşen yağmur damlaları pürüzlü yol üzerinde kendine yol çiziyordu. Rüzgar şiddetli değildi, nitekim soğuktu. Yolda yürüyen insanlar üstlerindekilere daha sıkı sarıldılar, sadece biraz daha korunabilme umuduyla... Çiseleyen yağmur bir deri bir kemik kalmış yaşlı adam için acı vericiydi. İnceden inceye yağan yağmurun derisiyle teması sivri uçlu bıçaklar gibi can yakıyordu.Yine de onca zamandır yaşadığı onca manevi acıya karşı o an hissettikleri hiçbir şeydi. Bedeni zaman aşınımıyla zayıf ve içler acısı bir hale gelmiş olabilirdi ama bu dayanıksız kabuk içerisinde bir savaşçının kalbi atıyordu. Hiçbir su damlası söndüremezdi o mangal yüreği. Dış görünüşe aldanabilecek yüzeysel insanlar için bir çöpten başka bir şey değildi belki ama tek bir kin ya da merhamet duygusu ölümlerine sebep olabilirdi. İliklere işleyen soğuğa kayıtsız kalmaya zorladı kendini ve ıslak zeminde yere temassızcasına yürüyüp eski püskü kapının önüne kadar ilerledi. Kalın ama aşınmış halatlarla demir sopaya tutturulmuş ahşap tabelayı inceledi keskin gözleri. Eski ahşaba oyulmuş ad üzerinde gezdi aynı buz mavisi gözler; "Darağacı"
Seni ihtiyar bunak... diye mırıldandı çatallı sesiyle ihtiyar ve ciğerlerini zorlayan kısık bir kahkaha patlattı. Buranın sahibini bilirdi, savaştan önce de tanışıyorlardı. Şapşal herif hiç bir zaman iyi bir dinleyici olamamıştı zaten. Kulakları ağır işitirdi, bu yüzden her şeyi bağırarak söyleme gibi rahatsız edici bir huyu vardı. Buraya bu adı verirken de düşündükleri bu değildi. Tabelayı ilk astırdığı zaman daha dün gibiydi. Barın sahibi uzun bir isim seçme merasiminden sonra-ki bu gerçekten uzun sürmüştü- sonunda bir isim seçmişti. Ama aptal herif adı yanlış söylediğinden barın adı darağacı olarak kalmıştı. Aslında şans eseri yerleşen bu isim bara çok uyuyordu. Bar Londra'nın en tenha yerleşimlerinden biri olan "Visitors Street" Bar geçen akşamdan kalma yaraları taşıyordu, kapı menteşeleri alınan bir darbe sebebiyle zarar görmüş, ahşap bir sütun kapı önüne devrilmişti. İnsanlardan da mahrumdu mahmur bar,ezilmekten korkan hamamböcekleri gibi saklanmışlardı bir yerlere. Gölgeler arasında birkaç yüz kendini belli etmeden etrafı kolaçan ediyordu. Her elde bir bardak alkol ve diğerinde gerilen parmaklar arasında bir bıçak ya da benzeri bir korunma aracı vardı. Sadece iri peygamberdeveleri sarhoş olup kendilerini gösterir ardından da kaçınılmaz kavgalardan paylarını alıp evlere dağılırlardı. Bu onlar için stres atma eğlencesinden başka bir şey değildi, tabi kimse onlardan sonra etrafı toplayan ve yenileme işlemlerinin parasını ödeyen bar sahiplerini umursamazdı. Yaşlı adam ince dudakları arasından gülümseyip kendisine bol gelen cüppesinin kapüşonuyla gözlerini örttü. Şimdi dünya onun ürkütücü gözlerini görmezken kendini daha güvenli hissedecekti, tabi bu hemen arkasındaki erozyon toprakları gibi çatlamış yüz hatlarının arasındaki mavi gözler tarafından izlenmedikleri anlamına gelmiyordu. İhtiyar temkinli adımlarla içeri girdiğinde kendinden geçmiş birkaç sarhoş açık saçık bir şarkı söylüyordu bağıra bağıra. Hanımefendi sayılmayacak garson bayanlar artık her gece bunları çekmekten bıkmış ama alışmış biçimde kendiişlerine bakıyordu. Kızıl kıvırcık saçlı olan ufak tefek bir kadın tezgâhtaki inatçı lekeyi çıkarmaya çalışırken fark etti bu ilginç yaşlı adamı. Soluk teni daha da soluklaştı, bu da burnuna uzanan çilleri daha belirgin kıldı. Yaşlı adamın kim olduğunu biliyordu ve maalesef niye geldiğini de biliyordu. Umutsuzca diğer müşterilere baktı, onlar gibi hiç bir şeyden habersiz olmayı ne de çok isterdi! Korseli dar elbisesini çekiştirip düzeltti aceleyle ve ayyaşların yanından geçen yaşlı adama ilerledi. Her adımında ayaklarına uyguladığı ağırlığı inceledi bilge adam. Kadının yürüyüşünde bile göze güzel gelen bir asalet vardı. Alev rengi saçları her hareketinde yanaklarını yalayıp geçiyor, adeta dans ediyordu bukleleri. Yaşlı adam bu küçüğü ne kadar sevdiğini unutmuştu. Barda güzel olan tek şey oydu. Yaşlı adamın aklından bunlar geçerken Kylie'nin aklından geçenler daha sıkıntılıydı. Ayyaşlar mugglelaredan oluştuğundan sorun çıkarabilirlerdi, özellikle de acayip giyinişli adamlar için. Bu yüzden bu buruşuk cüppeli adam buraya ne zaman gelse beraberinde sorun getirirdi. Aklından geçen sorun aniden baş gösterdi. Kylie tam adama yaklaşmış, merhabalaşmak için ince kemikli ellerinden birini sıkacaktı ki iri yarı,adaleli adamın biri aralarına girdi.Kirli sakalı boynuna kadar uzanıyor,uzun yağlı saçları gözlerinin önüne kadar düşüyordu. Aynı aptal Vikingler gibiydi, tek fark elinde savaş baltası yerine bir maşrapa vardı; adında bir yerdeydi, bolca dar sokağı ve kötü niyetli ayyaşı barındıran envai çeşit insanı kapsayan sevimsiz bir yer. "Heey payılçço!"diye güldü eksik dişleriyle. Neredeyse adamın iki katı kadardı, bir kolu yaşlı adamın belinden kalındı. Adam kanına karışan alkolün etkisiyle yarım yamalak konuşuyordu. "Ellbiseyi nereden aldın,yaşlı bir kadını mı soyydun?" Barı hakimiyetine alan bir kahkaha sesi boğdu ortamı. Aynı gelmeden önce başlayan yağmurla beraber gümbürdeyen gök gürültüsü gibiydi,sadece daha sinir bozucu... Kylie gözlerini kocaman açmış yalvarırcasına yaşlı adama bakıyordu. Bu sessizliği fırsat bilen ayyaş esprilerine devam etti; "Yoksa sen sokak soytarıla'ından mıssın?Hani kulaktan bozuk parra çıkaranla'dan falan?Benim için kula'mdan bir mannken çıka'sana??" "Dikkat et Paul,yoksa seni cehenneme yollayabilir!" Ve kahkahalar, kahkahalar... Ruha işlenen alay çığlıkları... Yaşlı ve merhametsiz adamın içinde büyüyen öfke dalgası iyice kabarmıştı.Yine de sevgili Kylie'si için bir harekette bulunmadı,buradaki herkesi harbiden cehenneme yollayabilecekken! Kapüşonunu indirdi yavaşça başından ve gözlerini iki katı kadar olan adama dikti. Adamın yüzündeki kendini bilmez gülümseme yavaş yavaş kaybolurken onu korkutmanın verdiği zevkle izledi. Siz kendini bilmez beyefendilerin, tabi kendinizi hala böyle adlandırabiliyorsanız, yapabileceği en tehlikeli şeylerden birini yapmaktasınız, nitekim güçsüz görünen bu bedenini içinde öyle bir güç yatıyor ki onu gerçekten görsen seni öldürmek için ağlayarak ayaklarıma kapanırsın. O zaman senin o değerli alaylarının konusu olmaktan çıkarım ve seni işe yaramaz bir böcekmişçesine topuğumla ezerim. Bu yüzden baylar, yolumdan çekilin, ya da çekilmeyin ben de zevkle etlerinizi yeni öldürülmüş bir dana gibi kemiklerinizden sıyırayım. Sözlerinde herhangi bir tehdit yoktu, hatta ses tonu o kadar gerçekçi ve saftı ki, adam bir adım geri çekildi. Kylie usanmış ve endişeli bir bakış attı aniden sessizleşmiş kalabalığa. En azından kavga çıkmamıştı ve o buna bile minnettardı. Yaşlı adamın koluna girdi gözlerini kalabalıktan ayırmadan Gidelim baba. Aksaya aksaya ilerledi yaşlı adam. Ta ki zemin kata inen merdivenden inip bodrumda tek başına oturan adamın karşısına gelene kadar. Oda bina ile oldukça uyumluydu. Duvarlarındaki iri çatlaklar nerden geldiği bilinmeyen ince suyollarıyla lekelenmişti. Alçak tavan buranın zamanında kiler olarak kullanıldığının göstergesiydi, o da duvarlar gibi yosun tutmuştu. Ayriyetten odayı hapseden ve ciğerlere eziyet eden bir nem kokusu duyuluyordu. Kylie bu kokuya karşı burnunu buruştururken yaşlı adam ağır kokuyu dayanıksız ciğerlerine çekti büyük bir nefesle. Onun hassas burnu daha beterlerine tanık olmuştu. Gözleri ise, karanlıkta dahi ölüm vaat eden gözleri, karşısındaki siluete kitlenmişti. Yüzü karanlıkta görünmüyordu ama gölgelerin yüz hatlarına vurduğu kadarıyla genç biriydi. Karanlık odanın en karanlığına kapatmıştı kendini. Ellerinden biri oturduğu demode koltuğun korkuluklarında- gevşekçe durmakta, diğeriyse hemen çenesinin altında destek görevinde durmaktaydı. Kylie odaya ilk indiğinden bu genç adamın niye Bilge Clementores’i, yani bunca şey görmüş babasının, onca yolu kat edip gelmesine değdiğini düşünmüştü. İçten içe insani bir kıskançlık hissetti. O ölse dahi babası onu görmeye gelmezdi... Clementores zemin kata inmeden önce baston niyetine kaptığı meşe dalına dayanıp önünde kendi kişiliğinden ödün vermeden dimdik durdu ve çenesini düşünceli düşünceli kaşıyan adama baktı saygıyla. Tam o anda genç adamın eli daha önce fark edilemeyen ipe kaydı ve neredeyse Clementores’in adımıyla yarışırcasına aynı zamanda vasfını gördü. Tavandaki küçük ışık aydınlandı ve karanlığı geri çekilmeye zorladı. Yeşil gözlü adamın tavrındaki rahatlık Kylie'i ürkütse de Clementores'i sadece güldürdü; Merhaba James, uzun zaman olmuştu
| |
|