Yıl: 2025 |
|
| Laxell, Oceané. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Oceané Laxell Ravenclaw VII. Sınıf
Tarafı : Kukinin yanına gitçem ben de. Rp Partneri : Steve.
| Konu: Laxell, Oceané. Salı Ocak 19, 2010 2:51 pm | |
| Oceané Laxell. Ravenclaw. VII. Belirli değil. Sabahın ilk güneş ışınları kırmızı desenli tülü delip geçmiş ve Alex’i uyandırmıştı. Alex gözlerini açmadan önce düşünmek için kendine biraz zaman tanıdı. Bir kaç dakika sonra telaş içinde yattığı yerden kalktı. Hogwarts Ekspresi yarın kalkıyordu ve Alex hâlâ Diagon Yolu’na gidip bu yıl ona gerekli olacak malzemeleri almamıştı. Ayağa kalktı. Saatin on bir olduğunu görünce biraz olsun rahatladı, ama dengeyi iyi sağlayamamış olsa gerek ki yatağa gerisin geri yapıştı. Yattığı yerden abisinin uyanıp uyanmadığını anlamaya çalışıyordu. “Tamam Jess, saat on ikide Florean Fortescue’da… Hıhı… Orada olacağım, söz veriyorum. Ben de seni seviyorum. Görüşürüz.” Alex kıkırdayarak doğruldu, ama abisinin arkasına bakmadan fırlattığı sarı t-shirtün hedefi olduğu için yine yumuşak yatağına gömüldü. Alex t-shirtü suratından aldı ve “Ahh, kaç gündür bunu arıyordum, sağ ol William.” dedi. William gözünün önüne düşen kestane rengi saçlarını geriye savuracak bir hızla Alex’e döndü. “Sonunda uyandın. Annem aşağıda seni bekliyor. Diagon Yolu’na alışverişe gideceğiz, ama önce Bakanlıka uğrayacağız.” Alex sonunda kalmayı başarmış ve dengeyi sağlamıştı. Aynaya döndü. Bir yandan altın sarısı saçlarıyla oynuyor, bir yandan da üzerinde çorapların, kitapların, saatlerin ve bir çalışma masasında olmaması gerekenlerle dolu masasında bir hafta önce Hogwarts’dan gelen mektubu arıyordu.
Doğum gününün yazın olması ne kadar da kötüydü. Umutsuzca William’a döndü. “Biliyorsun William henüz on yedi yaşında değilim, yani okul dışında büyü yapmama izin yok. Benim için kitap list-” William Alex‘in ne isteyeceğini anlamıştı. “Tamam, tamam.” Cebinden asasını çıkardı. “Accio kitap listesi!” diye bağırdı. Liste bir kazan pastasının yanında duran Quidditch eldivenin içinden buruşturulmuş halde William’ın eline geldi. William hemen parşömeni Alex’e uzattı. Listenin üstüne birkaç damla balkabağı suyu dökülmüş gibiydi, sanırsam birkaç tane de meyankökü sakızı yapışmıştı. Alex William’a yalvaran gözlerle baktı. “Lütfen William, lütfen.” William derin bir iç çekti. “Aklapakla!” Alex’in elindeki parşömenin üstünde damlalar yok olmuştu ve artık tertemizdi. Alex William’a sarıldı. “Çok teşekkür ederim Will. Söz bugün Jess’e görünmezlik peleriniyle yaklaşmayacağım.” diye fısıldadı. Hemen William’ın boynundan atladı ve merdivenlere doğru koşmaya başladı. Merdivenin trabzanından kayarken allı güllü bir vazoya çarptı. Vazonun kırık parçaları içerisinde eski bir parşömen göze çarpıyordu. Parşömeni almak için eğildiğinde annesinin sesiyle irkildi. “Hadi Alex, Will! Geç kalıyoruz!” Anneleri Bella bir seherbazdı. Bitter çikolata rengi, gür saçlarıyla mutfaktan kapısından kafasını uzattı. Alex annesinin vazoyu kırdığını öğrenmesini istemiyordu. Vazoyu büyüyle onaramazdı. Muggle eşyası, yapıştırıcı ya da bandı -William muggle eşyalarına meraklıydı.- kullanmayı düşündü ama sonra aklına daha iyi bir fikir geldi. “Büyülü Seloteyp.” diye mırıldandı. Odasına gidip Büyülü Seloteyp’i almadan önce parşömeni almak için kırılan vazoya bir kez daha baktı. “Reparo! Bu iyiliklerimi unutma.” William mutfağa geçerken Alex’e göz kırptı. Ama o hâlâ parşömeni arıyordu. Bella yine bağırdı. “Alex! Zaten geç kaldık. Bayan Shrauka kaç saattir beni bekliyor! Hemen gel buraya ve kahvaltını et!” Alex yenilgiyi kabul etmişti. Düşürdüğü omuzlarında altın sarısı saçları parıldıyordu. Mutfak eşiğinden adımını atacakken gözüne üzerinde parlayan bir yıldız bulunan parşömen ilişti. Eğildi, parşömeni aldı ve cebine tıktı. “Geldim anne!”
Hep beraber sessizce Bakanlıka inen telefon kulübesine ilerliyorlardı. Bu sessizlik Alex’i rahatsız etmişti. “Niye Godric’s Hollow’da yaşıyoruz ki? Burası mugglelarla dolu. Noel’de geldiğimde istediğim gibi büyü yapamayacağım, siz de yapamıyorsunuz, niye taşınmıyoruz ki?” William kafasını kaldırdı. “Nereye taşınabileceğimizi zannediyorsun peki?” Bu işe olur gözüyle bakmadığı kesindi. “Bilmem, mugglelar olmasın yeter. Mesela Denizkabuğu Kulübesi.” diye fikrini beyan etti. William yine kafasını kaldırdı, bu sefer çarpık bir şekilde gülümsüyordu. “Evet anne. Denizkabuğu Kulübesi’ne taşınabiliriz. Hem Jessicalarda oraya yakın oturuyorlar. Ne dersin anne?” Bella telefon kulübesinin kapısını açtı ve içeri girerken “Kesinlikle bu evden taşınmıyoruz. Hiç yormayın kendinizi!” diye bağırdı. Sesinin çok yüksek çıktığını duyunca fısıltıyla “Hadi gelin!” diye devam etti Alex ve William’a dönerek. William Alex’e önden gitmesi için elini uzatırken “Anne hâlâ nasıl bu evde kalmayı istiyorsun bilmiyorum.” Alex boşluktan faydalanarak William’ın sözüne devam etti. “Bu ev onun hatıralarıyla dolu. Her sabah uyandığında onu hatırlamıyor musun?” Bella şimdiden sinirlenmişti. Oysa ona daha hakaret etmemişlerdi. Onu daha fazla sinirlendirmemek adına düşüncelerini başka bir zamana sakladı. “O bir… Off o bir Ölüm Yiyen olsa da, o sizin babanız. Hem bunu isteyerek yapmadı, hâlâ lanetin etkisinde.” Bella savunmaya geçmişti ve elleri zangır zangır titriyordu.“5.Kat Seherbaz Bürosu” Uçan mor zarflarla birlikte dışarı çıktılar. “Siz burada kalın. Ben dosyalarımı alıp Bayan Shrauka’nın odasına çıkacağım. İsterseniz Max’ın yanına gidin.” Alex “Ah pekalâ, Max’ı severiz.” dedi ve William’a göz kırptı. Max eğlenceli biriydi. Pek Alex’in tipi olmasa da yakışıklıydı. Önüne düşen kahverengi saçları yeşil gözlerini çoğu zaman kapatıyordu. Alex de gözlerini sadece kafasını hızlı çevirip saçları uçuştuğunda görebilmişti. Ayrıca ağzı da sıkıydı, sanırım en sevdikleri yönü de buydu. Daha önce yaptıkları yaramazlıkların hiçbirini Bella’ya söylememişti. Ona gelen mektupları açtıklarını, –Tekrar sihirle kapatmışlardı- odanın ortasındaki masayı bir muggle oyuncağı olan langırta çevirdiklerini dahî söylememişti. “Merhaba Max! Biz geldik!” William içeriye doğru seslenirken Alex içeriye girmişti, ama Max’ı o da göremedi. “Hey Max, neredesin?” diye bağırdı. O sırada William panoya eğilmiş, notu yüksek sesle okuyordu. “Ben Spinner’s End’e gidiyorum. ACİL DURUM! Bella bu notu görür görmez hemen Spinner’s End’e gel!” Alex de panoya eğildi. Kocaman kırmızı harflerle yazılmıştı. William kapıya yöneldi. “Sen burada kal, ben annemin yanına gidiyorum. Hiçbir yere gitm-” Bella kapıyı açtı, telaşı yüzünden anlaşılıyordu. “Siz ikiniz, Diagon Yolu’na gidin ve alışverişinizi yapın. Akşam Cullen Malikânesi’ne gidin, teyzeniz de oraya gelecek. Ben biraz geç kalabilirim! Hadi fırlayın!” Alex aceleyle kapıya koştu, çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. William ise yavaşça kapıya yaklaştı. Yüzü asılmıştı. Alex zıp zıp zıplarken William çekinerek elini cebine attı. Telefonu çıkardı. William numaraları çeviremeden Alex devreye girdi. “William Jess ile buluşabilirsin. Beni dert etme. Ben artık on altı yaşındayım, unuttun mu?” William gülümsemeye çalıştı, Alex ise sırıtıyordu.”Ama senden bir tek Kaliteli Quidditch Malzemeleri’ne gelmeni istiyorum. Yeni süpürgem için tavsiyene ihtiyacım var.” William telefonu cebine attı. Hâlâ gülümsemeye çalışıyordu. Alex için endişelendiği belliydi. Alex ona güvence vermek için göz kırptı ve gülümsemeyi sürdürdü.
Bakanlıktan çıkıp Diagon Yolu’na gittiklerinde onları Jessica karşıladı. Belli ki William geç kaldığı için sinirlenmişti. “Selam Jessica!” diye bağırdı Alex. Jessica Alex’in sesini duyunca yüzünü buruşturdu. Alex ve Jessica birbirleriyle tanıştıklarından beri yıldızları barışmamıştı. Özellikle Jessica’nın geçen yıl yaptığı ihanetten sonra… Jessica Alex’in erkek arkadaşını sevdiği için ona Aşk İksiri içirtmişti. Daha sonra karşısına William çıktığı için Robert’ı bırakıp gitmişti. Ondan sonraki bir yıl boyunca Alex Jessica ile konuşmamıştı, yüzünü görmeye, sesini duymaya tahammüllü yoktu. Hâlâ birbirlerinden nefret etmelerine rağmen konuşuyorlardı. Hiçbir zaman iyi bir arkadaş olamayacakları su götürmez bir gerçekti. Jessica’nın yapmacık, umursamaz, kendini beğenmiş tavırları Alex’in içindeki tiksintiyi daha da artırıyordu. Güzel olmasına güzeldi ama biraz aptal ve belki biraz da cahildi. Hele de büyü konusunda… Geçen yıl mezun olmasına rağmen fazlasıyla yardıma ihtiyacı vardı. Patronusunun bir bukalemun olduğunu iddia ediyordu, ama Alex onu hiçbir hayvana benzetemiyordu. William ise Jess’e bukalemun olduğunu, Alex’e ise aslında hiçbir şeye benzetemediğini söylüyordu. “Biz Alex ile Gringotts’a gidiyoruz. Oradan da Kaliteli Quidditch Malzemeleri’ne geçeceğiz. Alex alışverişe tek devam edecek, ben senin yanına geleceğim. Tabii sen bizimle gelmek istersen orası farklı...” Bu sefer Alex suratını buruşturdu, ama Jessica burada kalıp William’ı bekleyeceğini söyleyince tebessümü bir sırıtışa dönüştü. Alex ağzı kulaklarında “Hadi William!” diye bağırdı. Gringotts’a doğru koştuğu için ses tonunu ayarlamaya çalışıyordu. “Hadi!” | |
| | | Oceané Laxell Ravenclaw VII. Sınıf
Tarafı : Kukinin yanına gitçem ben de. Rp Partneri : Steve.
| Konu: Geri: Laxell, Oceané. Salı Ocak 19, 2010 2:52 pm | |
| Gringotts’a çıkan beyaz, dar merdivenleri tırmanıyorlardı ki Alex’in kulağına bir fısıltı çalındı. “Parşömen Alex, parşömeni aç!” O anda Alex’in kafasına dank etti. Bulduğu parşömen aklından bütünüyle çıkmıştı. Çekingen bir hareketle elini cebine soktu. Parşömen yoktu, cebi boştu. Etrafına bakındı. William “Ne arıyorsun, bir şey mi düşürdün?” diye sorunca irkilerek ayağa fırladı. “Yok, sadece ayakkabımı bağlıyordum.” Alex son bir kez etrafa baktıktan sonra abisini takip etti. Uçsuz, bucaksız mermer salona girdiklerinde esmer yüzlü, zeki bakışlı, sivri sakallı cincüceler bir o yana bir bu yana koşuyorlardı. “Yüz kırk yedi nolu kasa, William Cullen.” Anahtarı uzattı ve Cincüce bağırdı. “Ken, Cullenları kasalarına götür.” Bir başka cincüce geldi. “Beni takip edin.” dedi boğuk bir sesle. Ken mermer bir kapı açtı, bir başka kapı daha açtı. Yine bir mermer kapı beklerlerken meşalelerin aydınlattığı karanlık bir koridora çıktılar. Koridor dimdik aşağı iniyordu, yerde ince raylar vardı. Ken “Parola: Asa büyücüyü seçer.” diye bağırdı ve önlerinde bir araba belirdi. Ken arabaya atladı, Alex ve William’da peşinden. “Yüz kırk yedi nolu kasa.” diye bağırdı cincüce yeniden. Dönemeçli yollardan geçtiler, bir oraya bir buraya dönüyorlardı. Yolu takip etmek neredeyse imkânsızdı. Zifiri karanlık koridorları aydınlatan meşaleler sayesinde eciş bücüş yazılan yazıları bile okuyabiliyorlardı. Durdukları kapıda diğerlerinden farklı olarak düzgün bir el yazısı vardı “Cullen Kasası.” Altın harfler meşalelerin ışığı altında çok daha belirgindi. Cincüce Ken ile birlikte Alex ve William da arabadan indiler. Cincüce kapıya doğru ilerledi ve eliyle itti. Kapı açılınca kasadaki Galleonlar, Sicklelar, Knutlar, altınlar, mücevherler, gerdanlar, inciler hepsi parıl parıl parlıyordu. William yüz kadar Galleonu bir keseye doldurdu. Kapıya yöneldi, Alex hâlâ mücevherleri inceliyordu. “Daha önce buraya neden gelmedim ki?” Sesi alaycıydı. William kardeşinin sorusunu hemen cevapladı. “ Geçen sefer Amy ile Weasley Şaka Dükkânı’na gitmeyi tercih ettin. Ondan önceki gelişimizde Syd ile Kaliteli Quidditch Malzemeleri Dükkânı’nın vitrinine yapışmış Ateşoku’nu inceliyordunuz. Bir keresinde Robert ile Florean Fort-” Alex sözünü bitirmesine izin vermedi. “Tamam, tamam pişmanım.” Gülüşmeler arasında tekrar arabaya bindiler.
Biraz sonra Kaliteli Quidditch Malzemeleri Dükkânı’nın önündeydiler. Alex hemen içeri daldı. Geçen yılki Slytherin-Gryffindor maçında Kayan Yıldız’ı kafayı yediği için yere çakılmışlardı. Onu teselli eden ise yere çakıldığında elinde Snitch olmasıydı. Bu sefer bir Ateşoku istiyordu. Ne kadar pahalı olduğunun farkındaydı ama bu sene şampiyon olmak istiyordu. William da onun peşinden dükkâna girmişti. Alex’in Ateşoku’na hayranlıkla baktığını görünce Bay Clarkson’a “Bunu alıyoruz, paketler misiniz?” dedi. Alex şaşkınlıkla ve hızla William’a döndü. Altın sarısı saçları birazda pencereden gelen rüzgârla havada uçuştu. “Ne dedin sen? Bütün paramızı bu süpürgeye veremeyiz. Daha kitap alacağız, süpürge bakım seti, yeni bir resmi cüp-” William araya girdi. “Süpürge Bakım Seti’ne para vermeyeceğiz ki, Ateşoku alana hediye ediyorlarmış.” Alex “Kes dalga geçmeyi. Ben ciddiy-” Daha fazla konuşamadı. Yine o ses, o gizemli ses kulaklarındaydı. ”Alex, parşömen!” Bu sefer ki ses daha yumuşak, daha sevecen ve tanıdıktı. “Baba.” Dengesini kaybediyordu. Ayakta durmak için sarf ettiği güçle bir arabayı -asasız- kaldırabilirdi. Bir yere tutunmaya çalıştı, güç almak için. Çünkü daha fazla dayanamazdı. “Alex, Alex iyi misin? Ne oldu?” William onu belinden tuttu, ayakta durmasını sağlayabilmek için. Alex tekrarladı. “Baba.” Sarsıldı, yere düştüğünü zannetti. Oysa bu sarsıntı sadece William’ın onu kendine getirme çabalarıydı. “Hemen St. Mungo’ya gidiyoruz.” Sakin olmaya çalıştığı belliydi, ama ses tonu onu ele veriyordu. “Hayır, iyiyim.” Ellerini tuttu ve “Ben iyiyim.” diye yineledi. “Hayır değilsin. Bembeyazsın ve onun adını söyleyip duruyorsun.” William’ın ne kadar inatçı olduğunu bildiği için pes etti. “Tamam, gideceğiz. Ama… Imm… Ateşoku’nu almak istiyorum.” William’ı uzaklaştırmanın tek yolu buydu. William “Saçmalıyorsun, ama yapacağım.” gibisinden bir bakış attı ve kasaya yöneldi. Yere oturdu ve William’ın uzaklaşmasını bekledi. Yıpranmış, saman sarısı parşömenin cebinde olmadığını bile bile elini cebine attı. Orada olmadığını sanıyordu. Eli cebinde umutsuzca dolaştı. Cebinden çıkardığında avucunda küçük, sarı parşömen duruyordu. Abisine baktı. Bay Clarkson’a Ateşoku’nu uzatıyordu. Katlanmış parşömeni yavaşça açtı. Yıpratmak, incitmek istemiyordu. Boştu. Hiçbir şey yazmıyorsa, babası niye bu kadar ısrar etmişti ki? Bir anda parşömende yazılar belirmeye başladı.
“Bella,
Hayatım çok üzgünüm. Seni böyle bırakmak hiç istemezdim. Düşmanın olmak hiç… Ama buna mecburdum. Gittikten sonra her gece sizi görmeye geldim, en son 6 yıl önce Peron 9¾’e geldim. Artık bir animagusum da, tıpkı senin patronusun gibi.
Beni affet ne olur. Senin için çok zor olduğunu biliyorum. Ben gittiğimde ne kadar acı çektiğini, çocuklarımızın benden nefret etmemesi için ne kadar uğraştığını biliyorum. Her şeyi biliyorum hayatım.
Ve son olarak sana söylemek istediğim bir şey var. Ben hiçbir zaman Imperius Laneti’nin etkisinde değildim. Bu bir plandı. Benimle birlikte ortadan kaybolanlar, hep beraber hazırladığımız bir plan… Böyle olsun istememiştim. 6 yıl önce, bütün Slytherinleri ordusuna katılmaları için davet etti. Kabul edenlerin nasıl ödüllendireceği, sunulan fırsatlar aklımı çelmişti. Zaten Chudley Cannons’dan ayrılmıştım, malikânede seni bekliyordum. Artık evde oturup senin Ölüm Yiyenlerle-ki onlar benim dostlarımdı-savaşmanı izleyemeyecektim. Bunu kaldıramadım ve onun yanına gittim. Evet, pişman olmuştum. Seni ve çocuklarımı nasıl bırakıp gidebilmiştim. Ama artık çok geçti. Onun emrindeyken geri dönmeye kalkarsam size bir şey yapacağından korktum. Seni daha fazla üzmek istemiyorum. Sakın unutma sevgilim, seni çok seviyorum!”
Mektup bitmemişti, yazılar okudukça çıkmaya devam ediyordu.
“William, oğlum,
Gittiğimde on beş yaşındaydın. Her şeyi idrak edebilecek kadar büyümüştün. Olaydan üç yıl sonra, yani sen mezun olduktan sonra seni aradım. Bir feleton-ya da her ne diyorsanız-bulmak zor oldu. Gelip bize katılmanı çok istiyordum. En başından beri çok iyi ve güçlü bir büyücü olacağını anlamıştım. Eğer bizden olursan… Neyse unut gitsin, böyle bir şey düşünmemeliydim. Emin ol, sesini duymak bana çok iyi gelmişti. Her zaman yanındayım oğlum!”
Sıra ondaydı. Bekledi, bekledi, kâğıtta yazılanlar sırayla siliniyordu sanki. Belki de gözünü kâğıtta kalan tek boş yere odakladığı için geri kalanları göremiyordu. Şaşkındı. Babası ona bir şey yazmamış mıydı?
Umutlarının tükendiği sırada aynı eğik yazı mektuptakini yerini almaya başladı. Çok yavaştı, ne yazacağını düşünüyor olmalıydı. Her harfi bir saatte yazıyormuş gibiydi. Ona bu kadar uzun gelen sürede William’ın ne yaptığını öğrenmek üzere kafasını kaldırdı. Jessica gelmişti, William ile sohbet ediyorlardı. İlk kez onu gördüğüne sevinmişti, William’ı oyalıyordu. Siyah saçları sinirden tel tel dikilmiş gibi duruyordu. Çantasından bir Uzayan Kulak çıkardı. Mektup bitene kadar kendini oyalıyor ve üzülmemeye hazırlıyordu. “Gelirken babamı gördüm. Biliyorsun o da bir Seherbaz. Hemen buradan gitmemi söyledi. Birazdan Ölüm Yiyenler buraya gelecekmiş.” Sesinde her zaman var olan ukalalık yerini tedirginliğe bırakmıştı. William umursamaz bir tavırla “Bu kadar telaşlanma. Annemler Spinner’s End’de olacaklarını söylediler.” Onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Pek işe yaramamış gibi gözüküyordu. “Will, anlamıyorsun! Bu bir hile, aslında burada olacaklar!” William hâlâ sakindi. Yine de annesini aramak için elini cebine attı. Alex Uzayan Kulak’ı çantasına geri koydu. Daha fazla duymaya tahammülü yoktu. Babası da geliyor olabilirdi. O anda parşömeni hatırladı. Elinde sıkmaktan buruş buruş, tutmaktan da yapış yapış olmuş parşömeni yer koydu. Kendisi de bağdaş kurarak oturdu. Artık her harf net bir şekilde seçilebiliyordu. | |
| | | Oceané Laxell Ravenclaw VII. Sınıf
Tarafı : Kukinin yanına gitçem ben de. Rp Partneri : Steve.
| Konu: Geri: Laxell, Oceané. Salı Ocak 19, 2010 2:53 pm | |
| “Alex, Sıra sana geldi canım kızım. Seninle çok güzel anlarımız oldu. Benim için en güzeli bundan altı yıl önceydi. On yaşındaydın. Mutlu bir ailemiz vardı. Seni ilk kez uçarken görmüştüm. Abine öğretirken duydukların ve gördüklerinle öğrenmiştin uçmayı. Benimki gibi altın sarısı saçların rüzgârda ahenkle dans ediyordu. Kahkahalarınsa bütün gürültüyü bastırıyordu. Yere indiğinde gelip bana sarılmıştın, kokun hâlâ burnumda. O kahkahayı bir daha duyabilmek, o kokuyu yeniden alabilmek, saçlarının dalgalandığını görebilmek… Çok isterdim. Ama en önemlisi annenden aldığın mavi gözlerinin bana yeniden gülmesi…
Seni beklettim değil mi? Hep geri dönerim diye bekledin.”
“Hem de nasıl?” diye cevapladı babasını. O sırada kapı yumruklanmaya, tekmelenmeye başladı. Sonra kapının arkasında bir siluet belirdi, elini kaldırdı ve “Alohomora!” diye bağırdı. Kapı açıldı. Jessica’nın babası içeri girdiğinde nefes nefeseydi, asası eline yapışmış gibiydi. Olanları anlattığı süre boyunca asasını elinden düşürmemişti. “Siz hâlâ burada mısınız? Jessica Stanley ben sana ne dedim? Neyse artık çok geç. İkiniz de yardım edebilirsiniz. Asalarınızı hazırlayın.” Bu sefer dışarıdan kalın sesler geliyordu. Her yere büyü savurdukları belliydi. Dükkândaki herkes donup kalmıştı. Dışarıdan bir ses yine “Alohomora!” diye bağırdı. Kapının kilidinden gelen ses kulaklarında uğulduyordu. Bu tiz ses Bella’ya aitti. O da Bay Stanley gibi nefes nefeseydi. “Hayır, hayır Charlie. Will ve Jess bu savaşta olmayacaklar. Asla. Hele Alex asla.” Döndü ve Alex’e baktı. Alex parşömeni hemen cebine tıktı. Çantasını koluna astı ve ayağa kalktı. “Şimdi neredeler?” Bella kafasını salladı. “Anne söyle!” Bella pes etmemekte kararlıydı. “Asan evde. Nasıl savaşacaksın?” Alex kapıya doğru hem tedirgin hem de kararlı bir adım attı. Kapının Altın Snitch şeklindeki tokmağını tuttu, sağa doğru çevirdi ve kapıyı kendine doğru çekti. Diagon Yolu’nu hiç bu kadar ıssız ve sessiz görmemişti. Bir dükkândan çıkıp, bir dükkâna girenler, yolda karşılaşıp sohbet edenler neredeydi? Peki ya dükkân sahipleri? Alex asa dükkânının kilitli olduğunu anlayınca içeri döndü. “Hemen bana bir asa verin.” diye kükredi. Kimse kıpırdamayınca yine bağırdı. “Jessica seninkini alıyorum!” Jessica o kadar korkmuştu ki, Alex asayı çocuğun elinden lolipopu alırmışçasına kolay almıştı. Altın Snitch’e bir kez daha dokundu. Yeniden dışarı çıktı. Hemen önlerindeki Asa Dükkânı’nın kapısına asasını doğrulttu ve fısıldadı. “Alohomora!” Kapıdan kilidin açıldığına dair sesler geldi. Bayan Screamny asası elinde, tetikte duruyordu. “Benim Bayan Screamny, Alex Cullen.” Yüzündeki rahatlama tüm vücudunu sardı. Asasını yere indirirken “Ah Alex, beni korkuttun. Yine onlar sandım.” Alex şaşırmıştı. “Yine mi?” Bayan Screamny kederle gülümsedi. “Altı yıl önce de buraya gelmişlerdi ve yaklaşık on-on beş kişiyi zorla kendi aralarına katmaya çalışmışlardı. Onlardan biri de… Babandı.” Yüzündeki tebessüm kayboldu. Konuyu değiştirmeye çalıştı. “Sen nereden geliyorsun? Annen yanınızda değil mi? Aah… Doğru, onlar savaşa gittiler. Sen de yalnız kalınca korktun değil mi?” Bayan Screamny nasıl olurda Alex’in hiçbir şey yapmadan, savaşın bitmesini bekleyeceğini düşünürdü? “Tabii ki hayır, ben asa ödünç almaya geldim. On altı yaşımı bitirmeme daha üç ay olduğu için asamı yanıma almamıştım ama şimdi ihtiyacım var. Siz bana bir tane verebilirsiniz diye düşündüm.” Bayan Screamny başını salladı ve altın sarısı havalandıracak bir hızla arkasına döndü ve raflarda Alex’e en uygun asayı aramaya başladı. “Yirmi iki santimetre, Şamarcı Söğüt ve ankakuşu teleği değil mi?” Alex bir an bocaladı. “Evet, sanırım öyle.”
Bayan Screamny’nin eline tutuşturduğu asayı kaptığı gibi kapıya yöneldi. “Bayan Screamny burada savaşın bitmesini beklemeyi mi yoksa savaşmayı mı tercih ediyorsunuz? Lütfen kararınızı çabuk verin. Fazla zamanım yok.” Bekledi. Bayan Screamny’den ses gelmeyince kapıyı öfkeyle açtı. “Siz bilirsiniz.” Diagon Yolu yine tüm sessizliğiyle karşısında duruyordu. Tek fark, tüm sokağın katledilmiş olmasıydı. Tabelaların lanetlere maruz kalması, dükkânların kırık camları… Eli yine Altın Snitch’i bulmuştu. Kapıyı kapattığı gibi kapadı gözlerini ve arkasına yaslandı. “Bayan Screamny bizimle savaşmayacakmış.” Tanıdık sesler yükseldi odadan. “Korkak.”
“Sasha’dan bunu beklemezdim.” Bu sesler annesinin Bakanlık’taki Seherbaz arkadaşlarına aitti. İçeri girdiğinde hiçbirini fark etmemişti. “Siz de nereden çıktınız?” Tam bu sırada kapı açıldı ve Bayan Screamny içeri girdi. “Vay, vay, vay! Ne oldu Sweetsy, fikrini mi değiştirdin?" Bayan Screamny cevap veremedi. Nefes alışlarının biraz da olsa düzene girmesini bekledi. Ama zamanı yoktu. Gücünün yettiği tek kelime döküldü dudaklarından. “Geldiler.”
Dükkânda bir kıpırtı oldu, fısıltılar başladı. Bella ekibini susturdu ve konuşmaya başladı. “Zamanımız yok. Asanızdan çıkan her büyüyü yapın.” Sonra Başseherbaz olarak emirler yağdırmaya başladı. Alex bunları daha fazla dinleyemezdi. Yere oturdu. Elini önce sulanmış gözlerine götürdü. Göz pınarlarındaki damlaları sildi, sonra da daha fazla duymamak için kulaklarına. Ne tahammülü vardı, ne de çıkış yolu. Hazır değildi. Altı yıldan sonra babasıyla bir randevuya hazır değildi. Ama hep bunu istemişti. Neden şimdi? Neden bu aptal parşömen parçasını bulduktan sonra? Kafası bu düşüncelerle doluyken William yanına oturdu. “Ne düşündüğünü biliyorum. Benim için de çok zor. Nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama yapmak zorundayım. Sen de öyle. Tabii eğer istemiyorsan…” Alex hemen karşı çıkamadı. İstemiyor muydu? “Hayır, hayır. İstiyorum. Hem de çok istiyorum.” Elini yeniden gözlerine götürdü. Süzülen gözyaşlarını takip etti. Yollarda biri dudaklarının üstüne, diğeri de boynuna kadar devam ediyordu. “Ben ne zaman böyle sulu göz oldum?” diye mırıldandı ve yüzünde bir tebessüm belirdi.” Sonunda.” dedi William onun da gamzeleri ortaya çıktı. Besbelli annesi konuşmasını bitirmişti. Kapının önündeki izdihamın tek sebebi bu olabilirdi. Bella yerde oturan çocuklarına gülümsedi. “Gelmemenize sevindim çocuklar.” İkisi de roket gibi ayağa fırladı. “Yanılıyorsun anneciğim." dedi William. “Biz de geliyoruz.” diye tamamladı onu Alex. Bella bir şey demeden Seherbaz arkadaşlarının yanına gitti. Alex ve William da onu takip ettiler. Yine Diagon Yolu’na çıkmışlardı. “Söylediğim gibi gruplara ayrılın. Alex, Will ve Jess siz bizimle gelin." Üçü de kafalarını “Evet.” anlamında salladılar. Bella, Max ve Bay Stanley ile yollarına devam ettiler.
“Protego!” Bu ses onlara en yakın gruptan gelmişti. “Reducto!” diye bağırdı kalın bir ses. Ölüm Yiyenlerden biri olduğu birine ait olduğu belliydi. Arkalarda savaş başlamıştı. “Sersemlet!” Bu yine tanıdığı bir sesti. En iyi tanıdıklarından biri. William Alex’e asasını doğrultmuş birini Sersemletmişti. William Alex’e göz kırptı. Alex’de karşılık olarak gamzelerini ortaya çıkardı. Bu sırada Bay Stanley “Expeliarmus!” diye bağırdı. İyiden iyiye ortaya çıkmaya başlamışlardı. Ne olduğunu anlayamadan eli havaya kalktı ve bağırdı. “Expeliarmus!” Büyünün isabet ettiği Ölüm Yiyen’in asası havada üç dört kez takla attıktan sonra onun önüne düştü. Almaya yeltenince Alex yine bağırdı. “Wingardium Leviosa!” Şimdi asa Alex’e doğru uçuyordu. Asayı havada tuttu ve annesinin asasız kalan Ölüm Yiyen’i Sersemletmesini izledi.
“Petrificus Totalus!” Max üç kez Criatus Laneti gördükten sonra, kalan gücüyle elini havaya kaldırıp bağırmıştı. Büyü işe yaramışa benziyordu. Karşısındaki Ölüm Yiyen donup kalmıştı. Ama Max da yere yığılmıştı. Onun arkasından üç siyah pelerinli daha belirdi. Bu siyah pelerinleri ve maskeleri seviyordu. Tek sebebi de içindekinin kim olduğunu bilmemesiydi. Sadece birinin kim olduğu anlaşılıyordu: Kurtadam Medivh Deathbringer. Adınıçok duymuştu. Annesi hep yakınırdı ondan. Sürekli çocukları ısırdığı için. Aynıdönemdenlermişannesiile. Kurtadam olduğu için sürekli övünürmüş. Hiç değişmediğini söylüyor annesi.
Medivh yavaşça Max’a doğru eğildi. “Siz gidin, benim ufak bir işim var.” dedi kafasını kaldırmadan. Max’a iyice sokuldu. Ağzını iyice açtı. Geri kalanını seyredemedi Alex. Çünkü ona yaklaşan bir Ölüm Yiyen olduğunu fark etti. Arkasını döndü. Sarı saçları maskesinden çıkmıştı, kehribar rengi gözleri ise kendini hemen ele veriyordu. Tanrım! Bu maskeler onun kim olduğunu neden gizleyememişti? “Alex.” En son altı yıl önce duyduğu bu ses hâlâ o kadar sıcak, o kadar yakın, o kadar samimiydi ki. Edward ondan hiç beklenmeyen bir hareketle kollarını açtı. “Seni özledim.” dedi. Ses tonu bunun gerçek olduğuna inanmasına yardımcı oluyordu. Alex bir anda kendisini siyah pelerinli adamın sıcak, özlem dolu kollarında buldu. Bunu yapmamış olmalıydı, yapmak istemiyordu. Ama ayakları onu çoktan götürmüştü. Geri gitmek istiyordu. Ama kollar onu öylesine sarmıştı ki, geri çekilmek neredeyse imkânsızdı. Siyah eldiven içindeki eller, altın sarısı saçlarında geziniyor, kokusunu içeri çekiyordu. Elini kızının çenesine yavaşça dokundurarak, eğdiği yüzünü kaldırdı. “Niye utanıyorsun? Sen utanılacak bir şey yapmadın ki. O ben-” Alex elini kulaklarına götürdü. “Sus, lütfen sus. Daha fazla konuşma.” Bağırmak istemişti, ama sesi fısıltıdan başka bir şey değildi. Bu sırada Bella onları gördü ve bir şey demeden, acı ile inleyen Max’a doğru ilerledi. Ama William bu durum karşınsında annesi gibi kayıtsız kalamadı. “Alex, hemen gel buraya.” Alex öfkeli bakışlarla karşılaşınca son kez babasına baktı. “Özür dilerim, o haklı. Seni seviyorum… Baba.” Edward anlayışla kollarını açtı. “Ben de canım, ben de. Hadi git şimdi.” Alex yavaşça oturduğu yerden kalktı. Son kez babasına baktı ve bir daha arkasına bakmamak üzere koşmaya başladı. Gözyaşları yine boynuna kadar iniyordu.
Artık havada uçan büyüler olmadığı için umarsızca koşuyordu. Cebinden bir şey düştüğünü fark etti. Biraz gerisine düşen bir Knut’u almak için geri döndü. Asıl amacı babasına bakmaktı. Bir an için vazgeçse de kendisine engel olamadı. Gidiyordu, koşarak gidiyordu babası. Yere düşen Knut’u almak için elini uzatınca altında bir parşömen olduğunu fark etti. Yıpranmış parşömeni hemen tanıdı. Okuyamadığı son satırı okumak için Knut’un altından aldığı parşömeni özenle açtı. Parşömende sadece üç kelime vardı. “İşte şimdi geldim.” Yeniden kafasını kaldırdı. Yeşil bir ışık huzmesi annesine doğru geliyordu. Bir Ölüm Yiyen’in yeşil ışığın önüne atladığını gördü. Babasından başka hangi aptal Ölüm Yiyen olabilirdi ki bu?
Uzun olduğunun farkındayım. Renklendirme konusunda da Safari renk panelini açmıyor. Dipnot.Rp'ye başladıktan iki ay sonra yazdığım bi' rp'dir. Kurgudan kırılmaması açısından bunu koydum ama elimde daha iyi kompartman, ders ve balo rp'leri de var. *-* | |
| | | | Laxell, Oceané. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|