Yer: Godric’s Hollow, Mezarlık.
Kurgu: Voldemort’un ölüm yılının anılmasının, Albus Potter’ın sevgilisinin öldürülüşü haberi ile bozulması.
Zaman: 5 Ocak, sabaha karşı 01.30
"O'nun anısına."
Voldemort öleli kaç yıl oluyordu? Kaç yıldır buraya gelip anmaktan başka bir şey yapmıyorlardı? Danimakarlıların şenliklerle kutsadığı bu günde, beş ocakta, Londra'da değil en ufak bir kar izi, sadece serin bir rüzgâr bulmak zordu. Kutsanmış bir gün, lanetli bir ölüm; sihir bakanlığından gelen sevinç nidaları, ölüm yiyenlerin gözlerinde görülen o nadir hüzün. Neredeydi etrafa korku salan o asiller? Neredeydi dünyanın dört bir yanına adını duyurmuş acımasız katiller? Hepsi bu günün gelmesinden korkuyor gibi bir tavıra bürünüp susmuşlardı. Bastırılan öfke patladığında kötü şeylere yol açabilir. Asit yeşili gözleriyle cesetsiz mezarın –uzun bir süre önce bedenini yakmışlardı- başına siyah gül bırakan Lucretia’yı izledi sarışın adam. Çıkık elmacık kemikleri, siyah saçları ve kol, etek uçları dantelli uzun elbisesinden de belli olacabileceği gibi, güzel sayılabilirdi kadın. Lakin ne varsa o da yılların eskitemediği bağlılığa sahipti. Yaptıkları şeyin tamamen aptallık olduğunu biliyor; fakat ölü birinin üzerine tartışma yaratmaya da korkuyordu. Ona, Voldemort’a hayranlıkla bakanlara bunun tamamen saçmalık olduğunu söylerse o an kaç kişi tarafından lanetlenilip öldürülmeye çalışırdı? Özellikle bugün, korkutucuydu düşüncesi. Simgeleşmiş beş ocaktan kurtulmayı defalarca denemişti aslında, olmayan işler, aylar öncesinden ayrılan randevu… Hiçbiri işe yaramamıştı.
Mezarlığa doğru koşar adımlarla yaklaşan çocuğa çevirdi bakışlarını. Soluk soluğa kalmış halde yanlarına ulaştığında ağzından sadece şu sözcükler döküldü. “O… Potter’ın sevgilisi… Ölmüş.” Kasvetli havayı bozabilecek tek şey vardı herhalde ve o da gerçekleşmişti. Ölüm yiyenlerin böyle bir zamanda intikam almasının cezasının ölüm olduğunu herkes bilirdi, kimin yaptığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu açıkçası. Sonucun ağır olduğu yetmezmiş gibi, Albus Potter? Yıllar önce Voldemort’u öldüren veledin oğlunun sevgilisi miydi öldürülen? Oluşan sessizlik, korkutucuydu. Lucretia, gözlerini önce -yaşı en fazla on beş olan- elçiye, ardından sarışın adama çevirildi. Siyah gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Bizim yaptığımızı sanacaklar değil mi? O lanet kızı öldürdüğümüzü?” Gözlerini kapatıp duraksadı bir an için, ardından sanki ilk kez nefes alıyormuşçasına derin bir nefes aldı. “Çoktan intikam alınmadı mı? Yapma Jaska, bu oyuna gerçekten gelecek miyiz? Adeta dalga geçiyorlar.” Ölümün karşılığı ölümdür, akan kan bir kez öfkenin hışımına uğradı mı karşısına geçmek imkânsızdır. Hemen yanlarında bulunan maskeli adam sessizliğin içinde, hemen mezarın yanında kısık sesle Fransızca bir küfür savurdu ve elçiye git dercesine işaret etti. Adamın elini asasına götürmesinden mi yoksa oluşan manzaranın büyüleyici değil de korku filmlerinden çıkmış gibi durmasından mı ürktü bilmese de çocuk hemen çıkışa yöneldi. Zaten cevabı geciktiren sarışın adam mırıldandı. “Yapma Lucretia. Korkuyor musun yoksa?”, “Ne haddine hakaret etmek?” Aniden hiddetlenen kadın boğazına doğru atılmıştı ki yanındaki adam yavaşça onu tuttu. Sadece bir iki adım gerilemiş fakat tepkisiz yüzü değişmemişti, en ufak bir mimikten eser yoktu, öfke dışında tabii. Jaska’nın dudakları hafifçe kıvrıldı ve alayla birkaç laf söyledi. “Seni fahişe.”
Korku. Ölüm yiyenleri içten içe yiyen fakat dışa vurmaktan kesinlikle kaçındıkları şey. Zamanla ruhlarına musallat olan karanlığın hiçbir zaman yenemediği şey. Herkesin korktuğu şeyler vardır; ölüm, acı, karanlık… Onları insani duygulardan uzaklaştıran neydi ki? İnsanların yan gözle bakmalarına alışmışlardı, çoğu kez intikam, öfke gibi şeylerle yüz yüze gelmeye de. Bir süre sonra insanların yüzlerinde korkuları okuyabilir hâle gelenleri bile çıkabiliyordu aralarında. O kadar kan akıtılması, o kadar vahşet niyeydi peki? Eğlence miydi sadece? Güç arzusu daha çok… Ölüm yiyenlerin çoğunun güce ve başarıya karşı büyük bir arzu ve açlık halinde yaklaşması korkutucu sayılabilirdi.
“Yeni bir lord seçilmeli. Kaç yıldır erteliyoruz zaten.”
“Ertelemiyoruz, onlar güçsüz oluyor. Bir haftadan fazla dayanamıyorlar Jaska.”
“Birde bize cani derler. Her sihir bakanını öldürmüyoruz ya.”
Haklıydı aslında. Frank, Thomas, Percy… Kaç kişi başlarına geçmişti Voldemorttan sonra sayamamıştı. Kaç kişi güç sarhoşu olup kendisini öldürmeyi denemişti peki? Bir süre sonra lanetli mevkii haline bile gelebilirdi belki. Sadece Peter Pettigrew’in bildiği o iksiri, kalan en ufak bir şeyi saatlerce aramış, onu geri döndürmek için fazlasıyla uğraşmışlardı. Herhangi bir sonuca ulaşamadıklarını görünce bırakmaları gerektiğini anlamaları uzun sürmemişti. Umut, onlara göre değildi. Voldemort’un dönmeyeceği yirmi yıl sonra ancak belli olmuşken daha ne yapabilirlerdi ki? Kiliseye gidip dua etmelerini ve beklemelerini isteyemezdiniz sonuçta. Zaten içlerinde bulunan çoğu kişinin inanmadığı göz önüne alınırsa... Kadın, onu şaşırtarak belki hayatında ilk kez kadere boyun eğerek; “Tamam” dedi. “İki saat sonra karargâhta buluşuruz.”
Yer: Londra’nın sokaklarının altında bulunan ufak toplanma yeri.
Kurgu: Yeni Lord seçilmesi. Tüm bunların ardından alınan kararlar.
Zaman: 5 Ocak, sabaha karşı 04.00
Yuvarlak bir masa, ne sonu var ne de orada oturmayı hak eden biri. Sadece etrafına doluşmuş yaklaşık otuz kadar ölüm yiyenden oluşuyordu. Hepsine sükûnet hâkimdi. Potter’ın sevgilisinin öldürülüşü, yeni lord seçilmesi. Lanetli bir ölüm gününde yeni bir doğuş gerçekleşmesi mi bekleniyordu? Saçmalık. Sadece alelacele bir karar alınacak, lord ilan edilecek ve hayatlarına tekrardan bağlılık katan bu olayın ardandan hepsi dağılacaktı. Kim seçilecekti, kim seçilmeliydi? Kimsenin bir şey bildiği yoktu. İşin ironik yanı ise onca kişinin sadece izleyici olarak katılmak istemesiydi. Masaya göz gezdirdi, en genci on sekizlerinde olan çeşitli, fakat bir o kadar da gereksiz kişilerden oluşuyordu. Adaylığını koymaya hevesli, canına susamış biri yoktu. Eskiden olsa ne kadar da istekli görünürlerdi. Onun ölümü her şeyi değiştirmişti maalesef ki. Bazıları için küçük bir çocuğun buna kalkışması bile alay edilecek konu iken sonunu da umursamazlıktan gelmiş, bazıları ise başından sonuna kadar bütün olayları takip etmiş sonunda da kendi canı alınmış gibi hissetmişti.
Bütün bir gecesini bu işe vermek istemediği fark ettiğinde zaten seçilmeyeceğini bildiği halde dudaklarını araladı kanını akıtmak istiyormuş gibi bir tavıra bürünerek. “Ben, onun yerini almak istiyorum.” Şaşkınlığın etkisiyle biraz sessizlik, ardından salonu dolduran fısıltılar. Titrek, yaşlı bir ses duyuldu arkadan. “Lucret! Çok genç o! Hepimizi kargaşaya sürükler!” Ne zaman kendi söz hakkı Lucretia’ya geçmişti bilmiyordu fakat nerede oturduğunu dahi kestiremediği kadının sesini duydu. “Diğerleri çok mu yaşlıydı sanki seni aptal? Sen daha bu gece orada bile değildin. Onu anarken yanımızda bulunmadın. Bu mu bağlılığın senin?”, “Ben hiç kimseye bağlı olmam Lucret. Sizin gibi içler acısı durumlara düşecek değilim.” Herkesin gözleri öfkeyle adama çevrilmişken kadın çoktan asasını devreye sokmuştu bile. Nitekim adam kargaşa tezinde haklı çıkmıştı, fakat bu çok daha farklı bir olay elbet. Kadın koltuğuna gerisin geri yerleşirken salonu tarayan gözleri Jaska’nınkilerle karşılaştı. Kötü şans dedikleri bu olmalıydı herhalde. Şimdi karşı çıkan herkesin öldürülmesi gerektiği mi anlaşılacaktı? Yaklaşık bir ya da en fazla iki kişi daha onun ardından adaylığını belirtmişti.
İkinci bir elçi Jaska’nın lord olduğunu belirtirken adam bundan memnun olduğunu sanmıyordu aslında. Kolunu sıyırıp yavaşça kanını bir kadehe akıttığında ve bunun sonucu onun elden ele gezdirilip lord konumuna getirilmesinde de. Buna karşın Lucretia’nın gözlerinin parıldadığını görebiliyordu, sanki o fazlasıyla hoşnuttu bundan isterse kendisi bile olabilirdi ya. Sorumluluklardan genellikle kaçınan biri için tuhaf sayılabilirdi. Açıkçası bu mevkii için uygun olup olmadığını bile bilmiyordu açıkçası. Gerçekten tüm bir ülkeyi kaosa sürükleyebilir miydi isterse? Potter’ın sevgilisinin ölümünün ardından ne yapacaktı peki? Oturup izleyebileceğini şu raddeden sonra sanmıyordu. Ölümün cezası ölümdür şeklinde bir prensibe uyacaksa bakanlık, onların da buna göre davranması gerekmez miydi özellikle de katilin onlar olduğu sanılırken. Bilmiyordu. Ne kadar geciktirebileceğini de bilmiyordu gerçi ancak fazlasıyla hızlı karar almak doğru sayılmazdı. Şimdilik sadece beklemeye karar verdi. Eğer ki herhangi bir baskın veya ölüm haberi gelirse o da buna göre davranacaktı.
edit. oha daha yarısı falan bu ama hayvani olmuş. okuyan çıkarsa cidden çok mutlu olucam.